https://www.dilekyilmaz.com/wp-content/uploads/2020/04/19749044.jpg-r_760_x-f_jpg-q_x-20110527_0204331.jpg

Mars veya Merih Güneş Sistemi’nin Güneş’ten itibâren dördüncü gezegenidir. Roma mitolojisindeki savaş tanrısı Mars’a ithâfen adlandırılmıştır. Yüzeyindeki yaygın demiroksitten dolayı kızılımsı bir görünüme sahip olduğu için Kızıl Gezegen de denir.

Bu gezegene Batı kültüründe Mars adının verilmesi, eski Yunan mitolojisinde savaş ilahı olan Ares’e Roma mitolojisinde tekabül eden ilahın adının Mars olmasından ileri gelir. Mars’a çeşitli dillerde verilmiş adlardan bazıları şunlardır:

Babil mitolojisinde Mars, gezegenin kızılımsı görünüşünden olsa gerek, ateş ve yıkım ilahı Nergal’in adıyla ifade edilirdi.

Eski Yunanlılar Nergal’i Ares’e denk tuttukları zaman bu gezegene Areos aster, yani “Ares’in yıldızı” adını verdiler. Daha sonra Ares ile Mars ilahlarının özdeş kılınmasıyla gezegen Romalılar’da stella Martis, yani “Mars’ın yıldızı” ya da kısaca Mars adını aldı. Eski Yunanlılar’da Mars’ın bir başka adı “ateşli, ateşten ” anlamına gelen Pyroeis idi. Gezegenin Arapça’daki adı El-Mirrih’tir, oradan da Türkçe’ye Merih olarak geçmiştir. Eski Türkler’de Mars’a Sakit adı verilirdi.

Mars’ın sembolü astrolojik sembolünden yararlanılarak hazırlanmış bir sembol olup, bir daire ve küçük bir oktan oluşur. Bu, aslında, savaş ilahı Mars’ın kalkan ve mızrağının stilize bir temsilidir. Mars’ın sembolünde yukarı doğru çıkan bir ok vardır. Erkek cinsel organını sembolize ettiği gibi, cinsel gücü ve cinsel aktivasyonu da vurgular. Cinsel içgüdüleri harekete geçirerek, aksiyon alınmasını sağlar.

Mars’ın sembolünde enerji, merkezden yukarıya doğru yönelmiştir. Bu yüzden Mars; istekleri ve amaçları için savaşmayı, mücadele etmeyi, cesareti ve savunma gücünü anlatır. Biyolojide de eril cinsiyeti göstermede kullanılan bu sembol, simyada karakteristik rengi kırmızı olan Mars’ın hükmettiği demir elementini simgeler; Mars da kırmızımsı rengini demiroksite borçludur. Yılın üçüncü ayı olan” Mart”, köken olarak Roma mitolojisindeki Mars’tan (Latince: Martius) gelmektedir.

 

MİTOLOJİK MARS

Mars; Zeus ile Hera’nın oğludur. Bir başka adı Enyalios’tur. Kanlı ve acımasız savaşların tanrısıdır. Tanrılar tarafından hiç sevilmez, insanlar ise Ares’ten çok korkarlar. Savaş tanrısı Ares, Yunanistan’dan çok Mars adıyla İtalya’da saygı görmüştür.

Ares, Homeros’un İlyada’sında kaba kuvvetin simgesidir. Azgın, çılgın, uğursuz olarak nitelendirilen Ares destanlarda insanların başbelası olarak nitelindirilir ve sevilmez. Hera ve Zeus oğullarına yüz vermez, ondan hoşlanmazlar.

Ares, sevilmemesine rağmen güzelliği ve çekiciliği ile ün kazanmış olan tanrıça Aphrodite’nin sevgilisi olmayı başarabilmiştir. Bu beraberliklerinden Phobos (bozgun), Deimos (korku) ve Harmonia (uyum) doğmuştur. Phobos ve Deimos devamlı babalarına eşlik etmiştir. Çoğu kere Enyo ve Eris de Ares’e eşlik etmiştir.

Ares’in en büyük çekişmesi kardeşi Athena’yladır. Destanlarda Ares, körü körüne kanlı savaşların temsilcisi olarak, aklın ve zekanın  yönettiği savaşı simgeleyen Athena’yla çatışır. Bu çekişme her zaman Athena’nın lehine sonuçlanır.

Ares’in adına pek çok efsanede rastlanır. Odysseia’da karısı Aphrodite’nin Ares’le birlikte olduğunu öğrenen Hephaistos ağdan bir tuzak hazırlayarak onları yakalar. Ares hiç bir şiddet göstermeden oradan ayrılır ve memleketi olan Trakya’ya döner. Ares’in kızları olan Amazonlar’da buradan yayılmışlardır. Atina’da adam öldürenler ve dini suç işleyenler Aeropagos yani Ares Tepesi olarak isimlendirilen bir tepede yargılanırdı.

Yunanlıların dünyasında prestij sahibi olamayan Ares, Romalılarda oldukça önemli bir yere sahiptir. Romalılar için Mars barış için savaşan bir yapıya sahipti. Mart ayı, bu tanrının doğduğu ay olduğu için Roma’da kadınlar tarafından uzun süren festivallerle kutlanırdı. Romalılar Martius bu ayda doğduğu için savaşların ve tarımın bu ayda başladığına inandılar. Ancak Mart ayı Romalılar’dan sonra da bu özelliğini yitirmedi. Hem Mars gibi barış için savaşanların hem de Ares gibi vahşice savaşların hem de kadınların ayı olmaya devam etti.

ERİL ve DİŞİL ENERJİNİN DANSI

Kadim Çin’e ait YİN ve YANG felsefesi;  evrendeki dualite (ikililik) yasasını çok güzel özetler: Herşey zıttıyla vardır ve bu zıt güçler birbirlerini tamamlarlar. Gecenin içinde aydınlık ve sıcağın; gündüzün içinde de soğuk ve gölge bölgelerin bulunması; dişi görünümün içinde erkek, erkek görünümün içinde dişi olması; her sorunun, çözümü; sevginin, nefreti; eylemsizliğin, eylemi; savunmanın, saldırıyı barındırması gibi. Tai-chi veya yin-yang işaretinin içindeki küçük karşıt renkli daireler bu özelliği anlatır. Evrendeki her şey yin ve yang enerjilerinden türemiştir.  Erkekler, eril gücün, kadınlar ise dişil gücün sembolü olmuşlardır.

Evrendeki her şey dişil (yin) ve eril (yang) enerjilerinden türemiştir ve bu enerjiler her zaman birbirleriyle etkileşim halindedirler. Hepimizin içinde hem eril hem de dişil taraf mevcuttur.

Eril (Yang) enerji; aktif, etken, baskın ve iddalıdır. Güç ve enerji doludur. Dişil (Yin) enerji ise alıcı, doğurgan, besleyen, büyüten ve sezgisel olan taraftır. Destekler, besler ve tutar. Biri öteki olmadan var olamaz.

Eril enerji, insanın içindeki aktif, odaklanmış, direk, girişken, mücadeleci yönünü anlatır. Güç, liderlik ve hakimiyetle ilişkilidir. İçimizdeki maskülen taraf daha mantıklı, rasyonel, sayısal, analizsel, hesaplanabilir olana, kısacası sol beyin kaynaklı aktivitelere çekilmemizi sağlar. Beynin sol kısmı, kuralcıdır ve iradeyi mantıksal olarak kullanır. Sol beyin eril, sağ dişildir. Sol beyinlerini aktif olarak kullananlar objektif davranırlar ve somut kavramlara önem verirler. Sağ beyin duygusaldır. Sol beyin sayı ve rakamlarla ilgilenirken sağ beynin ilgi alanı daha çok görsel konulardan ve zevklerden oluşur.

Beyin görüntüleme çalışmalarında sol beynin görsel unsurlara hızlı tepki verdiği ortaya çıkmıştır. Oysa sağ beyin duygusal sayılabilecek uyarılara daha çabuk cevap vermektedir. Sol beynin önceliği kendisindeyken, sağ beynin önceliği başkalarındadır. Sağ beyin sevgiye göre karar verir. Sol beyin hayal kurmaz ama sağ beyin hayalcidir. Yine sağ beyin sezgilere çok değer verir. Sol gerçekleri, sağ beyin duyguları analiz eder. Sol beyin ise, hayali ve sezgileri önemsemez, kullanmaz. Sağ beyin dişil özellikler barındırdığı için, sezgisel düşünmeye yatkındır. Sağ beyin, his, öngörü, sezgi, ilham ve rüya kanalıyla gelen bilgilere daha açık durur. Sağ beyin, doğadan beslenir. Hislerimizin, ilhamların ve maneviyatın kaynağıdır.

Bir yazı yazmak istediğimizde ilham ve sezgi kanalıyla bize gelen düşünce ve fikirler YİN yani feminen  enerjimizi, bu fikirlerin ve düşüncelerin toparlanıp bir makale ya da kitap haline gelmesi ya da ortaya bir yapıt çıkması da YANG yani maskülen enerjimizin kullanımını gerektirir. Fikirler, sezgiler ve düşünceler olmadan bir yaratım gerçekleştiremeyiz. Nihayetinde, her iki kutup da (eril ve dişil) tek başına eksik kalır ve var olmak için birbirine ihtiyaç duyar.

İsviçreli psikiyatrist ve psikanalist, Dr.Carl Jung, insanın ruhen çift cinsiyetli olduğunu; içimizde erdişiliğin barındığını çok açık bir şekilde Anima (dişi) ve Animus (eril) kavramlarıyla açıklamıştır. Anima, erkek psişesinin dişl yönünü, Animus ise kadın psişesinin eril yönünü gösterir. Jung’a göre insan karşı cinse ait hormonlara sahip olmakla kalmayıp, ona ait psişik duygu ve tutumlara da sahiptir. Bu sayede tarih boyunca birlikte yaşamış olan kadın ve erkek birbirine ait birçok özelliği de edinmiştir. Uyumlu bir bireyde, karşı cinse ait özellikler kabul edilebilir ölçülerde davranışa da yansır. Örneğin bir erkek yalnızca erkeksi özelliklerini sergilerse, dişil yönleri bilinç dışında kalacağından, ayrışıp gelişmez. Jung’a göre her erkekte doğuştan var olan anima (dişi) imgesi, erkeğin bilinçdışı bazı normlar geliştirmesinin temel nedenidir. Benzer bir durum kadında da Animus (eril) imgesi için geçerlidir. Kadın ya da erkeğin karşı cinste, çekici ya da itici bulduğu özellikler aslında bu normlara uygunlukla ilgilidir.

ASTROLOJİK MARS

Mars; savaşın, gücün, cesaretin, saldırganlığın, rekabetin, tutkularımızın, cinsel gücümüzün ve hayatta kalmamıza yardım eden savaşçı ruhumuzun arketipidir. İstekleri ve amaçları doğrultusunda benmerkezci ve bireysel hareket eder. Mars enerjisi; fiziksel aktivite, yaratıcı uğraşlar, cesaret isteyen işler ve kahramanca yapılan hareketler aracılığıyla kendini dışa vuran dinamik bir enerjidir. İlgimizi çeken, arzu, beğeni ve hayranlık uyandıran şeyler Venüs ile ilgiliyken, bizi harekete ve eyleme geçiren, istediğimizi elde etmemizi, çaba göstermemizi, savaş ve mücadele vermemizi sağlayan enerji ise Mars ile ilintilidir. Astrolojik doğum haritalarımızda, Mars’ın konumu, yerleştiği burç ve diğer gezegenlerle yaptığı açıları, enerjimizin ve mücadelemizin en çok hangi hayat alanına odaklanacağını gösterir.

Mars’ın sıcak ve kuru bir doğası vardır. Bu yüzden hayat veren değil, kurutucu ve yakıcı özelliğiyle hayat alan bir özelliği vardır. Savaş ve yangınlar Mars doğasındaki olaylardır. Mars, astrolojide Koç ve Akrep burcunu yönetir.

Mars, eğer bir doğum haritasında kendi yönettiği burçta, haritanın görünen (köşe) bir evinde ise ve iyi açılar altındaysa yaptırım gücünü maksimum seviyede gösterecektir.  Mars Koç burcunda daha savaşçı, maceracı, bağımsız, cesur, agresif, impulsif, aniden kızıp harekete geçebilen, savaşa ve mücadeleye hazırlıksız, plansız gidebilme potansiyeli taşıyan özellikler sergiler. Fiziksel enerjisi gayet yüksektir. Mars Akrep’te, iradeli, sabırlı, kararlı, tutkulu, enerjisini dağıtmayan, amaçlarının ve isteklerinin peşinden daha uzun vadeli koşabilen, dedektif gibi olayların derinlerine ve ayrıntılarına inebilen bir yapı kazanır. Cinsel enerjisi gayet yüksektir.

Mars, Terazi ve Boğa burçlarında zararlı konumdadır ve haritada zararlı çalışırlar, çünkü bu burçlar Mars’ın  yöneticisi olduğu Koç ve Akrep burcunun tam karşılarında yer alırlar ve birbirlerine 180 derecelik karşıt (zorlayıcı) açı yaparlar. Mars, Oğlak burcunda yücelir ve Yengeç burcunda düşük konumdadır. Mars Yengeç burcunda, kendisini direkt yollardan ziyade yan ya da dolaylı yollara başvurarak savunur ve duygusal çıkışlar gösterir. Enerjisini daha çok ailevi ve duygusal konulara harcar. Mars’ın direkt ve cesaretli enerjisini yansıtamaz.

Mars, fiziksel gücümüz, dayanıklılığımız ve tuttuğumuzu koparmada ne kadar cesaretli olup olmadığımızın yanında, sembolünden de anlaşılacağı üzere, cinsel enerjiyi, fiziksel arzuyu, tohum bırakma ihtiyacını ve biyolojik olarak hayatta kalabilme içgüdümüzü de anlatır.

Mars’ın bir erkek doğum haritasındaki konumu, üreme potansiyelini gösterir. Kişi Marsiyen enerjisini spor, çalışma, fiziksel aktivite, cinsellik, amaçları doğrultusunda bir şeyler yapma ve üretme yoluyla, doğru bir şekilde kullandığında ve kanalize ettiğinde, vücuttaki adrenalin serbest kalır ve rahatlar. Örneğin rekabet (mars), skor (mars) ve fiziksel aktivite (mars) içeren bir futbol maçı esnasında taraftarların kendi takımlarını desteklerken tek bir yürek oluşları ve takımlarını desteklerken yaptıkları tüm tezahüratlar, bağırmalar ve ortaya çıkan adrenalin tamamıyla Mars enerjisini en içgüdüsel bir şekilde kullanılmasından ibarettir.  Rekabetçi spor dallarında bu enerji sıklıkla kullanılır.

Bir astrolojik doğum haritasında Güneş ve Mars; isteklerimizin, arzularımızın ve amaçlarımızın gerçekleşmesini sağlayan eril (maskülen) enerjileri  açıklar. Bazen kadınlar kendi içlerindeki eril enerjilerini hayatlarındaki baba, eş, ağabey, yönetici, müdür gibi eril figürler üzerinden deneyimleyerek dış dünyaya yansıtırlar. Böylece kendi Marsiyen (eril) özelliklerini fazla kullanmazlar. Bu yolla, erkeği güçlendirirler ama kendilerini ve kapasitelerini gerçekleştirme yönünde zayıf ve pasif kalabilirler. Zayıf kalan ve ifade edilmeyen Marsiyen enerji, zamanla içlerinde gerilime, kızgınlığa ve nedensiz öfke patlamalarına da sebep olabilir.

Dünya astrolojisinde Mars, orduyu, polis teşkilatını, askeri güçleri, silahları, saldırıları, ayaklanmaları, yangını, muhalefeti,  bir ülkenin ulusal savunma politikasını, askeri üsleri ve silah fabrikalarını sembolize eder. Medikal astrolojide ise, vücudun hastalıklara karşı savaşan bağışıklık sistemini, kasları, kanı, adrenalini ve genital organları temsil eder.

 Kendini Bilme ekolünün temsilcilerinden Gurdjieff ve Ouspensky arasında “savaş” konusunda geçen konuşmalarında, Gurdjieff, dünyadaki organik hayatın ve insanlığın gezegenlerden, aydan, güneşten ve yıldızlardan gelen çeşitli manyetik tesirler ve etkiler tarafından da harekete geçirildiğinden bahsetmiştir. Gurdjieff, savaşın gezegenlere ait tesirlerin sonucu olduğunu söylemiştir. Aralarındaki konuşmada şundan bahseder Gurdjieff:  “Uzayda iki ya da üç gezegenin birbirlerine çok yaklaşmaları ile gerilim meydana gelir. Bu gerilim gezegenlerde belki bir iki saniye sürer fakat burada, dünyada, insanlar birbirlerini öldürmeye başlarlar. Bu zaman içersinde, onlara birbirlerinden nefret ediyorlarmış, belki de birbirlerini yüce bir gaye için katletmeleri gerekiyormuş veya bir kimseyi ya da bir şeyi savunmaları zorunluymuş ve bunu yapmak soylu bir hareketmiş gibi gelir. Oyunda ne derece önemsiz aletler olduklarını algılamaktan acizdirler. Bir önem taşıdıklarını, istedikleri şekilde hareket edebileceklerini, şunu ya da bunu yapmaya karar verebileceklerini sanırlar. Fakat aslında, bütün davranışları, bütün hareketleri, gezegenlere ait tesirlerin yarattığı sonuçlardır. Ve kendileri gerçekte hiçbir önem taşımazlar. Ancak şu anlaşılmalıdır ki, ne imparator Wilhelm, ne generaller, ne bakanlar ne de hükümetler bir önem (anlam) taşırlar veya bir şey yapabilirler. Cereyan eden büyük çaptaki her olay dışarıdan yönetilir; ya tesirlerin rastlantı eseri olan bileşimleri veya genel kozmik kanunlar tarafından yönetilir.”

Gurdjieff’in de bahsetmiş olduğu savaş ile ilgili temaların baş aktörü Mars’tır. Mars; agresyonun, rekabet edebilme gücünün, öfkenin ve cesaretin dışa vurumudur.

Mars’ın,  büyük kitlesel hareketleri yöneten jenerasyon gezegenlerinden biri olan Plüton ile yaptığı stresli ve gergin açılar,  uluslar arası arenada cereyan eden savaşlara, ölümlere ve terörist saldırıyla eşzamanlı olarak meydana gelmiştir. Örneğin, Romanya’nın astrolojik ülke haritasındaki Mars, 1916 yılında transit eden Plüton ile kare (gergin) açı yapmaya başladığında ve aktif hale geldiğinde, Romanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna saldırmış ve aynı yıl Alman ordusu, Romanya topraklarının üçte ikisini işgal etmiştir. Bu zorlu transitin etkisi geçmeye başladığında, Romanya geri çekilmiştir.

Mars’ın işbaşında olduğu bir başka örnek de 1967-1968 yılları arasında, ABD astrolojik ülke haritasındaki Mars’ın o yılarda transit eden ve büyük kitlesel olayları sembolize eden Plüton ile yaptığı kare(gergin) açıyla başlayan ve büyük kayıplara neden olan Vietnam Savaşı’dır.

Mars’ın kitlesel hareketleri ilgilendiren gezegenlerle yaptığı stresli açılar, savaşlara, saldırılara, ayaklanmalara ve suikastlere de neden olmuştur. Bu olaylar Marsiyen enerjinin en uç noktadaki gölge yani yanlış kullanımıdır.

Nitekim insanın asıl savaşı kendi kendisiyle yaptığı ego savaşıdır. İçimizdeki eril ve dişil enerjileri ne kadar iyi dengeleyebilip uyumu ve huzuru yakalayabilirsek, dış dünyada da bir o kadar uyum, denge ve huzur olacaktır. Nihayetinde, dış dünyada gördüklerimiz iç dünyamızın bir yansımasından ibarettir.

Zeynep Dilek Yılmaz

 12.03.2013

 İstanbul

 Yararlanılan Kaynaklar:

1.“Horoscope Symbols”, Robert Hand, Whitford Press

2.“Erkek Beyni”, Prof.Dr.Louann Brizendine, Say Yayınları

3.”İnsanın Gerçeği Kendini Bilmek”, P.D.Ouspensky, Ruh ve Madde Yayınları

 

 

 

https://www.dilekyilmaz.com/wp-content/uploads/2020/04/Saturn.jpg

Güneş sisteminde gezegenlerin diziliş sırasıyla 7.sırada yer alan Satürn, kendisinden sonra gelen ve evrensel & aşkın enerjileri temsil eden, transpersonel (kişilik ötesi) dediğimiz gezegenler olan Uranüs, Neptün ve Plüton’un arasında bir duvar gibi durur ve sınırları temsil eder.

Satürn bir anlamda eşiktir. Dünyadan çıplak gözle bakıldığında görülen en son gezegendir. 7’li gezegen sisteminin son ayağıdır ve bizim bilinç sistemimiz yani dokunduğumuz, gördüğümüz, işittiğimiz ve algıladığımız her şey ile ilgilidir.

Satürn; toplumsal olan ile evrensel – aşkın olan enerjiler arasında bir kapıdır, bir geçiştir. O yüzden Satürn, daha çok dünyevi olanla bağlantılıdır. Dünyevi realiterle, daha evrensel üst sistemlerin arasında sınırda durur ve bizim toplumdaki yerimizin, statümüzün  işlerimizin ve sorumluluklarımızın çerçevesini çizer.

Büyümemizi, olgunlaşmamızı ve sorumluluk almamızı ister ve bunun zamanı geldiğinde bizi gerçeklerle karşılaştırır. Sorumluluklarımızdan ne kadar kaçarsak kaçalım, Satürn transitlerinde, kaçtığımız şeyler eninde sonunda kıskıvrak yakalar bizi.

Eski Roma’da Zaman Tanrısı olarak bilinen Kronos’un, astrolojik karşılığı Satürn’dür ve Satürn, Zamanın Yöneticisi olarak, ektiğini biçme yasası olan Karma’nın Lordu olarak bilinir.

Satürn; kronolojik zaman, tarih ve geçmişle de ilgilidir. Grafisinden de anlaşılacağı gibi, orak biçimindeki sembolünde,  artı işaretiyle (+) maddeyi, yarım daire şekliyle de ruhu sembolize eder. Maddeyi temsil eden tarafı, Satürn’ün gerçekçi (realistik) tarafını vurgular ve aynı zamanda maddeye şekil ve form veren özelliğini de beraberinde taşır.

Örnek olarak, “doğum” Satürnyen bir olaydır. Ruhun, doğum yoluyla dünyaya gelişi yani maddeye bağlanışı (ete kemiğe bürünüşü)  ve anne-babanın hayatına yeni bir sorumluluk getirmesi, Satürnyen enerjinin hayatımızda nasıl çalıştığını anlamamız açısından güzel bir örnektir.

Satürn; Zaman Tanrısıdır ve dolayısıyla büyümeyi, olgunlaşmayı ve bilgeleşmeyi anlatır. Satürn normalde kaçmak isteyeceğimiz sorunlarla karşılaştırır bizi.

Mesela, yetişkin olduğumuzu kabul etme, maddi açıdan ayaklarımızın üzerinde durabilme, vergilerimizi, faturalarımızı ödeme, işe girme, sevmediği işi bırakma, yürümeyen bir ilişkiyi sonlandırma, işte sorumluluk alma,  ev satın alma, evin içinde gerekli tadilatları yapma, hasta olan bir yakınınıza bakma, ölüm-miras işleriyle uğraşma, evlenme, çocuk sahibi olma ve çocukların bakımıyla uğraşma gibi gerçek konularla yüzleşmeye ve sorumluluk  almaya çağırabilir bizi.

Haritamızda natal Satürn’ün yeri, nerede transit ettiği ve yaptığı açılar, Satürn’ün bize hangi hayat senaryolarıyla gelmekte olduğu konusunda bilgi verir.

Satürn, aynı zamanda kaosa düzen getirir. Kurallar, düzen ve organizasyonlarla yapılanmayı sağlayarak kaosu sonlandırır. Soğuk ve kuru doğasıyla, önce bizi sınırlandırır, kendimizi engellenmiş gibi hissedebiliriz, adeta donup sıkışıp kalabiliriz. İlk aşamada harekete geçmek için motive olamayabiliriz ama sonrasında, içinde bulunduğumuz durumun farkına varabilirsek, yani yüzleşebilirsek, harekete geçmeye ve kendimizi gerçekleştirmek için belirli şekle bürünmeye ihtiyaç duyarız. İşte Satürn, fizik dünyada belirli bir kalıba girme ve sorumluluk alma vaktinin geldiğine işaret eder.

Satürn  transiti, bize sorun çıkarmaz, sadece varolan sorunları çözmenin vaktinin geldiğini göstermek için halihazırdaki sorunları ortaya çıkarır. Karmanın yöneticisi olduğu için, hak edilmiş başarıyı ve çabayı ödüllendirir, yani meyvesini almadığınız çabalarınızın ve emeğinizin karşılığını alırsınız fakat hak edilmemiş hakların, başarının ve ödülün de elinizden alındığı ya da hakkını vererek kurmadığınız bir zeminin ayağınızın altından çekildiğini de deneyimleyebilirsiniz.

Zeynep Dilek Yılmaz

12.7.2014

İstanbul

https://www.dilekyilmaz.com/wp-content/uploads/2020/04/uranüs-g.jpg

Uranüs keşfedildiğinde (1781) Herschel ona İngiltere Kralının ardından “Georgium Sidus” adını vermek istemiştir, ancak İngiliz olmayan astronomlar buna karşı çıkmışlardır. Sonra Berlin’li astronom Johann Bode Satürn’ün babası, Jüpiter’in büyükbabası olan “Uranüs” adını önermiştir. Birçok astronom bunu kabul etmiştir, ancak “Herschel” ve “Herschellium” adı da yıllarca devam etmiştir. Uranüs’ün glifindeki “H” biçimi de buradan gelmektedir.

Modern astrolojide Uranüs’ün sembolizmine uyarlanan özellikler mitolojilerden ve bu Tanrının özelliklerinden biraz bağımsızdır.

Keşfedildiği dönemde dünyada yaşanan olaylar astrologların ilgisini daha fazla çekmektedir: 1789, Fransız İhtilali; 1781, Kuzey Amerika’daki Bağımsızlık savaşı. Uranüs’ün keşfi o zamana kadar geçerliliğini koruyan, her şeyi yerli yerinde düşünen ortaçağın kozmosu algılama biçiminin sonu olmuştur. Astroloji ve numerolojinin geleneksel sembolizmi sarsılmıştır.

Artık yedi kutsal gezegenin yanında, kutsal olmayan sekizinci bir gezegen durmaktadır. Buna rağmen astrolojide hala eski hermetik gerçek -“Yukarıda neyse, aşağıda da o”- geçerliliğini korumaktadır.

Uranüs; toplumlara büyük adımlar attırıp, önemli değişiklikler yaratan  radikal, orijinal, devrimsel hareketleri, fikirleri, bilgileri ve olayları sembolize eder. Uranüs; Büyük Uyandırıcıdır ve Uranüs transitlerinde “Beklenilmeyeni Bekle” deriz.

Uranüs; nazlı, durağan ve yavaş bir etki taşıyan bir gezegen değildir; tam tersine şok edici, dahiyane, çok zekice, daha önce bilinmeyen ve aşina olunmamış enerjiler taşır.

İnsanlığı; çıplak gerçeğe ve öz bilgiye ulaştırmak ister. Ama bunu yaparkenki stratejisi; insanlığı sarsarak, şok ederek ve ani olaylar düzenleyerek uyandırmaktır. 

Böylece, insanların sıkı sıkıya yapışmış olduğu ve modası geçmiş savunma mekanizmalarını ve düşünce kalıplarını kırmaya çalışır ki, insanlar daha yüksek farkındalık ve bilinç aşamalarına geçebilsin.

Bu yüzden, Uranüs aynı zamanda yüksek teknolojiyi, elektrik ve elektroniği, nükleer enerjiyi, radyo dalgalarını, bilgisayarları, interneti, büyük buluş ve icatları anlattığı gibi, devrimleri, isyanları, reformları, ani ve yüksek bilinç sıçramalarını ve aydınlanmaları da anlatır.

Zeynep Dilek Yılmaz

23.2.2016

 

 

https://www.dilekyilmaz.com/wp-content/uploads/2020/04/neptün-deniizz.jpg

 NEPTÜN

Yunan Mitolojisindeki adıyla Poseidon; denizlerin, okyanusların, suların yöneticisidir. Neptün bizi entelektüel bilinçten çözen, evrenle ruhsal birliktelik ve onun içinde çözünme sağlayan  ve bu yüzden duyu ötesi algılamaya yo açan, maddi olandan uzaklaşan, idealizme ve kendini kurban etmeye açık bir enerjidir.

Neptün’ün simgesi 3 çatallı yabadır. Psikolojinin de sembolüdür.

Neptün; tıpkı denizler ve  okyanuslar  gibi en büyük çözücü ve dağıtıcıdır.

 

Neptün; son derece soyut, uçucu, sanatsal, ruhsal, medyumik ve üstümüzü bir sis gibi örterek bizi pasifize eden enerjileri açıklar.

Neptün altındaki olaylar ve kişiler: Sanatçılar, medyumlar, psişikler, duyu dışı algılama, mistikler, hayal kuranlar, sezgi ve ilham sahipleri, şairler, sular denizler, ilaçlar, gazlar, zehirler, kimyasallar, anestezistler…

Neptün’ün temel fonksiyonu çözmek, arıtmak, saflaştırmaktır.

Maddesel değerlerin aksine tinsel ve insani değerlere dayanarak hissedişte duyarlılık, davranışta belirsizlik, estetik değerlendirme ve yaratıcı doyum arzulanır.

Neptün sayesinde bir ideali deneyimlemek özlemi öne çıkar. Bu durumda günlük bazda yaşanan dünyevi yaşamdan hoşnutsuzluk, hayatın zorunlulukları karşısında beceriksizlik, hayalcilik ve kaçış operasyonları başlayabilir.

NEPTÜN; sis perdesi ile var olan gerçeklerin daha yumuşak ve büyülü görünmesine sebebiyet verir. Mistik konularda gelişmemiz, sanata daha fazla yönelmemiz, iç dünyamızdaki spiritüel yeteneklerimizi keşfetmemiz NEPTÜNYEN  konulardır.

 

MİTOLOJİK POSEİDON

(NEPTÜN) :

Zeus’un kardeşidir. Zeus ona denizlerin, deniz canlılarının ve tüm akarsuların hakimiyetini vermiştir. Poseidon’a yer altında yürüyen denir. Depremler yaratır ve karaları sarsar. Aynı zamanda atlarında tanrısıdır. Tunç nallı atların çektiği arabası ile hem denizin altından hem de üstünden gidebilir. Yunus balığının yanısıra Poseidon’un elinde taşıdığı üç çatallı yaba onun simgesidir (atribu). Bu yabayı fırlattığı zaman, denizde fırtınalar ve korkunç dalgalar yaratabilir.

Görünüşü Zeus’a benzer, orta yaşlı ve sakallıdır. Poseidon, Zeus ve Athena ile devamlı mücadele halindedir. Özellikle Atina kentinin baş tanrısının belirlenmesi için mücadele vermişlerdir.

Poseidon kente at, Athena da zeytin ağacı bağışlamıştır. Atinalıların Athena’nın bağışını seçmeleri üzerine kızan Poseidon yabasını yere vurmuş kentin de içinde bulunduğu yarım adanın tuzlu sular altında kalmasını sağlamıştır.

Poseidon kültürü, Türkiye’de çok yaygın olmamasına rağmen, en önemli merkezlerinden biri olan Panionion, Aydın’a bağlı Dilek Yarımadasındadır.

Panionion’nun önemi Poseidon’a adanmış bir tapınağın olması ve bölgenin, Anadolu’daki, en güçlü yunan-kent birliği olan İyon Birliğinin kültürel merkezi ve geleneksel festival alanı olmasıdır.

Zeynep Dilek YILMAZ

14.4.2018

 

 

https://www.dilekyilmaz.com/wp-content/uploads/2020/04/Pluto.jpg

 

Plüton; güneş sistemindeki en küçük gezegendir hatta cüce gezegen olarak adlandırılır. Kütlesiyle zıt orantılı olarak, etkisi çok büyüktür. Plüton,  zenginlik ve refah anlamına gelen Plutus’tan türemiştir. Anlam olarak, yeraltındaki hazineleri, gizli serveti çağrıştırdığı kadar psişenin  (ruhun) zengin dünyasını da içerir.

Hades’e Yolculuk

Üç kardeş;  Zeus (Jüpiter), Poseidon (Neptün) ve Hades (Plüton) Titanları yendikten sonra, babaları  Cronus (Satürn) tarafından yönetilen dünyayı aralarında paylaşırlar. Zeus, göklerin; Poseidon, denizlerin ve okyanusların ve Hades yeraltının, karanlığın, görünmez  olan ince titreşimli süptil alemin yönetimini alır.

Yunan mitolojisi, Tanrıça Persefone’nun Hades’e yaptığı yolculuğu sembolik olarak şöyle anlatır:

Persephone (Bakire Tanrıça-Genç Kız), Olimpos Tanrısı Zeus ve Hasat Tanrıçası Demeter’in kızıdır. Yine bir gün, kırlardayken daha önce hiç görmediği Nergis çiçeğinin güzelliği karşısında büyülenmiş halde dururken, yer yarılır ve yer altı Tanrısı Hades atlı arabasıyla belirir ve Persephone’u zorla alıkoyarak yeraltına kaçırır ve onu eşi yapar.

Kızının kaçırıldığını öğrenen Toprak/Dünya Ana Demeter, her yerde kızını arar. Olan biten her şeye tanık olan Güneş Tanrısı Helios, bütün olup biteni ve kızı Persefone’nun nihai kaderini Demeter’e anlatır.  Güneşin yanında hiçbir şey gizli kalmaz. Kızının Hades tarafından yeraltına, ölüler diyarına kaçırıldığını öğrenen Demeter  kahrolur.  Duyduğu öfkeden ve üzüntüden dolayı, dünyadaki bütün ekinleri, tohumları kurutur.

Toprakta hiçbir ekin yetişmez ve meyve vermez olur. Dünyada kıtlık ve kuraklık hüküm sürmeye başlar. Bunu gören Zeus, bu duruma bir son vermek ister ama Demeter buna aldırmaz ve kızını görünceye kadar toprak ürün vermez olur.

Bunun üzerine Zeus,  haberci tanrı Hermes’i (Merkür), yeraltına Hades’in yanına göndererek, Persefone’nun yeryüzüne çıkmasını ve annesine geri verilmesini iletmesini söyler. Bu durum karşısında, Hades çaresiz bir şekilde karısı Persefonu Hermes’e teslim eder ama bunu yapmadan evvel, Persefone’a  yılın üçte birini yerin altında kendisiyle geçirmesi ve aralarındaki bağın kopmaması için dört tane nar tanesi yedirir.

Böylece, Persefone, Hades’ten tamamıyla kurtulamamaktadır. Demeter, kızına kavuştuğunda doğa uyanır, yeniden canlanır, her yer yeşermeye ve çiçeklenmeye başlar. Bu, ilkbaharın başlangıcıdır ve her yerde bolluk ve bereket olur ve arkasından yaz mevsimi gelir. Persefone, kocası Hades’in yanına yerin altına indiği zaman dünyaya kış gelir ve doğanın rengi solar. Bu şekilde mevsimlerin döngüsü sürer gider.

Sembolizmin arkasında anlatılanlara bakarsak, Persefone  genç bir kız olarak yaşadığı çocuksu, saf, olgunlaşmamış  dünyevi realitesinde ölüp, Hades’in eşi olmasıyla birlikte, daha derin bir ruhsal realiteye geçerek, varlığının ruhsal tarafıyla tanışır ve ölüm ve tekrardoğuş temalarını deneyimleyip yeraltından yeryüzüne çıktığında dünyaya ilkbaharı, ışığı, umudu ve hayatı getirerek toprağın tekrardan hayat bulmasına aracı olur ve mevsimsel döngüyü tekrar başlatır.

Persefone, çocuksu  karakterini terkedip , bilge bir kadın karakterine dönüşmüştür.  Hades’in kendisine verdiği nar; doğurganlığın, verimliliğin, zenginliğin, bolluk ve bereketin sembolüdür. Narı yemesiyle birlikte,  çözülemez bir evlilik bağıyla Hades’e sonsuza kadar bağlanmış olur. Hades’in aracılığıyla başlamış olduğu inisiyasyon hiçbir zaman bitmez.

Astrolojik doğum haritalarında, Plüton’un diğer gezegenlerle yaptığı açılar, gezegenin sembolize ettiği konularda yoğunlaşma, tutku, derinleşme, aşırılaşma ya da obsesifleşme (takıntılı hale gelme) yaratabilir.

Ya da tam tersine, bu konuları yadsımayı, şuuraltının derinliklerine bastırmayı, gömmeyi, sır ya da tabu haline getirerek ondan uzaklaşmayı ve hayatın içine almamayı da getirebilir. Hades’in Persephone’u zorla alıkoyması gibi, Plütonik enerjide, güç kullanma, empozisyon , manipülasyon ve cinsel taciz de vardır.

Zümrüdüanka kuşu gibi küllerinden yeniden doğmak, rejenerasyon,  ölüm ve tekrardoğuş konuları, Plüton’un dönüştürücü etkilerinin yansımalarıdır.

Önemli bir Plüton transitinde, fiziksel ölüm, ruhsal-duygusal-maddi ölüm, ölüme yakın deneyimler, kayıplar, taciz, paranoya ve depresyon yaşanabilir.

Zeynep Dilek Yılmaz

13.4.2016

 

 

https://www.dilekyilmaz.com/wp-content/uploads/2018/05/post_21-960x1200.jpg

Venüs’ün sembolünde, sonsuzluğu ve ölümsüz ruhu simgeleyen dairenin altında yer alan haç (+), maddenin, fiziksel realitelerin ve fizik bedenin çekiciliğini göstermektedir. Ama ölümsüz olan ruh (daire), fizik realitenin üzerindedir. Daire; ruhun mükemmelleşmesini ve yaratıcı enerjileri anlatır. Venüs, feminen (dişil) bir enerjidir ve çekim gücü yüksektir. Ama cezbolduğu şeyi fethetmesi için eril (Mars) enerjiyi kullanması gerekir.

Venüs, Güneş Sisteminde, Güneşe uzaklık bakımından ikinci sıradaki gezegendir. Ayrıca Zühre, Çolpan veya Çoban Yıldızı olarak da bilinir. Bu gezegen adını Eski Roma tanrıçası Venüs (Eski Yunan Mitolojisi’nde Afrodit)’ten almıştır. Kendi ekseni etrafında, Güneş Sistemindeki diğer tüm gezegenlerin aksi istikamette döner. Güneş etrafındaki dönüşünü 225 Dünya gününde tamamlar.

Büyüklüğü açısından Dünya ile benzerlik gösterdiğinden Dünya ile kardeş gezegen olarak da bilinmektedir. Gökyüzünde Güneş’e yakın konumda bulunduğundan ve yörüngesi Dünya’nınkine göre Güneş’e daha yakın olduğundan yeryüzünden sadece Güneş doğmadan önce veya battıktan sonra görülebilir. Bu yüzden Venüs Akşam Yıldızı, Sabah Yıldızı veya Tan Yıldızı olarak da isimlendirilir. Bir diğer adı da ‘Çoban Yıldızı’dır. Görülebildiği zamanlar, gökyüzündeki en parlak cisim olarak dikkat çeker.

MİTOLOJİK VENÜS

                               

Kadim Mezopotamya zamanında, Sümerliler, Venüs’ü Tanrıça “Inanna” olarak adlandırmışlardır. Sümer şairlerine göre Tanrıça İnanna, toplumun süsü, Sümer’in neşesidir. Akad’larda İştar, Musevilerde Astarte, Yunanda Afrodit, Roma’da Venüs adını taşıyarak yüzyıllar boyu çeşitli toplumların efsanelerinde yaşamıştır.

Sümerliler, kadınlarda izledikleri, görmek istedikleri bütün nitelikleri, onun şahsında toplamışlar, onu yüceltmiş, ona tapmış ve hakkında yığınlarla şiir, hikâye ya­zarak ölümsüzleştirmişlerdir. O, güzelliğin, çekiciliğin, şefkatin, hırsın, kavganın, önderliğin ve en önemlisi bereketin ve çoğalmanın sembolü olmuştur.

Venüs, Yunan mitolojisinde, güzellik ve aşk tanrıçası Afrodit’e karşılık gelir. Yunan mitolojisinde, Afrodit’e  daha feminen özellikler atfedilir.  Hesiodos ,Theogonia’da, bu tanrıçanın denizin köpüklü dalgalarından doğduğunu söyler. Kronos, kral babası Uranos’u devirirken, bir orakla babasının cinsel organı keser. Kesilen organ denize düşer ve oluşan köpüklerden Afrodit doğar.

Afrodit,  güzel ve göz alıcı özellikleriyle çoğu yerde karşımıza çıkar. Tanrıçanın çoğunlukla öne çıkan nitelikleri; çekiciliği, güzelliği ve gönül alıcılığıdır. İlahi aşkın fiziksel yönünü simgeleyen tanrıça Afrodit, bunun yanı sıra zerafeti, bolluğu bereketi , duyusal zevkleri ve keyifleri de temsil eder.

 

VENÜS’ÜN PENTAGONAL YÖRÜNGESİ ve ALTIN ORAN

Venüs, her sekiz yılda Güneş ile kavuşum yaptığı 5 sidonik döngüden geçer. Her sekiz yılda bir aynı noktaya gelir ve o noktadan yeniden doğar. Bu süre içinde Güneş’in etrafında beş kez dönmüş olur. Venüs, bu döngü esnasında gökyüzünde “Pentegram (Beş Köşeli Yıldız)” motifi çizer.                                                       

Pentagram, Yunancada beş çizgili anlamına gelen pentagrammon kelimesinden türemiştir. Beş köşeli yıldız demektir. Evrensel olarak birlik ve sonsuzluk anlamına gelir.  Pentegram, beş unsuru (ateş, hava, su, toprak ve eter) ve beş unsurdan oluşan mikrozkozmosu yani insanı simgeler. İnsan kollarını ve bacaklarını açtığı zaman, başı ile birlikte beş köşeli bir yıldıza benzetilir. Bu sembolizmle ifade edilen insan, insan ruhunun tekamül hedefi olan mükemmel insandır, yani her türlü dualiteyi aşmış insandır.  Yıldızın kendi içindeki oranı antik çağlar ve rönesansta kullanılan “altın orana” eşittir ve aynı zamanda insan bedenini de temsil eder. Her insan aslında bir yıldızdır.

Venüs’ün sekiz yılda yaptığı beş sidonik döngüdeki 8/5 oranı “altın orana ya da pi sayısına” karşılık gelir. Buna ilaveten, Venüs, Güneş etrafındaki turunu 224.695 günde, Dünya ise 365.242 günde tamamlar. Her iki gezegenin yörüngesinin birleşimi de (365.42/224.695) bize yaklaşık altın oranı (1,62) verir.

Altın Oran (1,618) ya da Altın Kesit’in en basit tanımı “herhangi bir geometrik biçimde varlığı estetik üstünlük sayılan oran”dır. Parçalar arasındaki orantıda küçük parçanın büyük parçaya oranı, büyük parçanınsa bütüne eşit olması bize Altın Oran’ı verir. Eski Mısırlılar ve Yunanlılar tarafından keşfedilmiş, mimaride ve sanatta kullanılmıştır. Rönesans sanatçıları Altın Oran’ı tablolarında ve heykellerinde denge ve güzelliği elde etmek amacıyla sıklıkla kullanmışlardır. Örneğin, Leonardo da Vinci, Son Yemek adlı tablosunda, İsa’nın ve havarilerin oturduğu masanın boyutlarından, arkadaki duvar ve pencerelere kadar Altın Oran’ı uygulamıştır.

İnsan vücudunda altın orana verilebilecek ilk örnek; göbek ile ayak arasındaki mesafe 1 birim olarak kabul edildiğinde, insan boyunun altın oran olan 1,618’e denk gelmesidir. Leonardo da Vinci tasarımlarını yaparken altın orana göre belirlenmiş insan vücudunu ölçü almıştır.  Altın oranı,  ressamın “Vitruvius  Adamı” çizdiği bir eskizde görebiliriz. Leonardo da Vinci, “insan vücudunun evrenin işleyişinin bir analojisi olduğunu” düşünüyordu. Altın oranı, çiçeklerin taç yapraklarında, çam kozalağında, ananas kabuğunda, ayçiçeklerde, sarmaşıklarda, örümcek ağlarında, parmak izlerimizde, DNA’nın sarmal yapısında ve  akciğerlerde görmek mümkündür.

Venüs;  astrolojide uyumu, dengeyi,  güzelliği ve estetiği sembolize eder. Venüs’ün Pentagonel döngüsü ile gökyüzünde beş köşeli yıldız motifi çizmesi ve altın oran ilişkisiyle insanda hayranlık uyandırmaktadır.

ASTROLOJİK VENÜS

Venüs, astrolojide bütünleştirici, birleştirici, barışı sağlayan, uyum ve denge yaratan özellikleriyle evrensel dişil prensibi temsil eder.  Venüs, insanları  bir araya getirir ve bağlayıcıdır. Dolayısıyla, aşk ve sevgi ile doğrudan ilintilidir. Venüs; Çekim Yasasını sembolize eder. İnsanlar arasında sevgi, şefkat ve uyum yaratır. Venüs; cezbeder, arzu uyandırır ama pasiftir. Kovalamak, ele geçirmek ya da fethetmek Mars’ın işidir. Eril enerji burada devreye girer.

Venüs; güzelliği, yaratıcılığı, zevkleri ve keyifleri, sosyalleşmeyi, kendimize verdiğimiz değeri, işbirliğini ve paylaşımı anlatır. Venüs, astrolojide Boğa ve Terazi burçlarını yönetir. Venüs  toprak elementinden olan Boğa burcunda, Venüs’ün maddi ve fizik dünyayla olan yönünü açığa çıkarır. Venüs Boğa’da; verimliliği, toprağı, bolluk ve bereketi, maddi dünyayla alışverişi, finansı, para ile olan maddi ilişkiyi, yaratıcılığı, sanatı, tensel ve fiziksel zevkleri, konforu ve gölge yönüyle de fazla maddeci olmayı ve tembelliği simgeler. Örnek olarak, İtalyan ressam Leonardo da Vinci’nin astrolojik doğum haritasında Venüs Boğa burcundadır. Venüs burada kendi yönettiği burçta olduğundan ve iyi açılar yapmasından dolayı, kendi kapasitesini yani yaratıcı gücünü maximum seviyede ortaya koymuştur. Nitekim,  Vinci’nin sanatsal ve yaratıcı gücü ve Mona Lisa, Son Akşam Yemeği ve Baküs gibi tabloları son derece büyüleyicidir ve etkisini yüzyıllar boyunca sürdürmektedir.

Venüs, aşkı ve cazibeyi temsil ettiğinden, aynı zamanda cinsellikle de yakından alakalıdır. Venüs halk dilinde Zühre olarak da bilinir. Zührevi (cinsel) hastalıklar da, Venüsyen enerjinin kontrolsüz kullanımından doğar. Venüs’ün gölge kullanımı, zevklere düşkünlük, sorumsuzluk, tembellik, baştan çıkarma ve şehvettir.

Venüs Terazi burcunda, hava (iletişim, konuşma) elementinden olan bir burçta olduğu için daha zihinsel ve paylaşımcı özellikler ortaya koyar. Venüs Terazi’de; sanatsal eğilimler, diplomatik yetenekler, arabuluculuk, güzellik ve hoşluk yaratarak ikna etme, sosyal ortamlarda kendini gösterme, güzel sanatlar ve estetik ile ilintilidir. Ressam Pablo Picasso’nun, birçok ünlü devlet adamının, diplomatların, yazarların ve sanatçıların Venüs’ü Terazi burcundadır.

Bir kadın haritasında Venüs’ün konumu ve açıları, bize kişinin dişil- feminen enerjiyi nasıl kullandığını, kendini nasıl ifade ettiğini ve kendine verdiği değeri gösterir. Bir erkek haritasında, Venüs’ün konumu ve açıları, bize erkeğin yaratıcı enerjiyi nasıl kullandığı, zevkleri ve erkeğin bilinçaltında idealize ettiği ve çekim duyduğu kadın tipi hakkında  bilgi verir.

Zeynep Dilek YILMAZ

Takip Edin

Paylaşmak Güzeldir

Content Protection by DMCA.com

Telif Hakkı 2020@ Z.Dilek Yılmaz.